Popüler Yayınlar

9 Mart 2013 Cumartesi

TEZATLARIYLA ROUSSEAU - Dr. Numan SARIYAZI

Medeniyet tarihçileri, Aydınlanma olarak isimlendirilen 18. yüzyıl hareketiyle başlayan sürecin Avrupa’da Fransız İhtilali’ni de içine alan bir yenilenme/yenileşme zinciri doğurduğunu kabul ederler. Bu süreçle birlikte, bilhassa Hristiyan Avrupa’da, genel olarak Avrupa etrafındaki ülkelerde ciddi mânâda çalkalanmalar olmuş, sosyal hâdiseler patlak vermiştir.

Fakat Aydınlanma esasen skolâstik ve dogmatik Hristiyanlığa karşı ortaya çıkmışken, sanki bütün insanlığın aydınlanması imiş gibi takdim edilmiştir/edilmektedir. Hareketin bir ‘aydınlanma’ olarak isimlendirilmesinin altında, önceki asırlarda kilisenin fikrî, içtimaî ve ekonomik hayatı içinden çıkılmaz bir karanlığa sürüklemesi yatmaktadır.

Aydınlanma yüzyılının önemli şahsiyetlerinden kabul edilen Jean-Jacques Rousseau (1712-1778), Avrupa’da neşet etmiş pek çok fikir adamı gibi söyledikleriyle yaptıkları arasında uçurumlar olan bir isimdir. Savunduğu ve insanlığa çözüm diye takdim ettiği fikirlerine tam zıt bir hayat sürdüğü hemen herkesçe bilinmektedir. Küçük çocukların haklarından dem vururken, kendi çocuklarını o dönemde pek moda olduğu üzere, yetimhaneye terk etmekten çekinmemiştir.

Döneminde ve günümüzde eğitimciliğinden söz edilirken, kendi eğitim hayatının ancak 12 yaşına kadar sürdüğü görülmektedir. Yine insanın özünde var olduğuna inandığı iyilik duygusunu yazılarının temeline yerleştirirken, kendi hayatında insanlarla sık sık kavga eden ve çekişen bir şahsiyet olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır.

Söz Rousseau’nun yazarlığına geldiğinde ise, şaşırtıcı bir gerçek karşımıza çıkmaktadır: Bu, 37 yaşına kadar onun müzik eserlerinden başka bir şey yazmamış olmasıdır.1 Çocukluğu, dönemin karışıklıklarına paralel olarak anne-baba sevgisi görmeden, gençliği de türlü çalkantılarla daha çok bir gezgin olarak geçmiştir. Bu durum bazı münekkitler tarafından bir zenginlik sayılsa da, kayda değer bir eğitim vetiresinden yoksun olarak geçen yıllar Rousseau’nun şuuraltı müktesebatında sağlam bir ahlâkî temelin teşkiline izin vermemiştir.

Buna yoksulluk ve içtimaî açıdan kıymetsizlik hissi gibi unsurların eklenmesiyle, kendisinde ağır basan düşüncenin ‘topluma ve İlâhî iradeye isyan duygusu’ olduğu görülmektedir. Düşüncesi: “Madem, güçlü her zaman haklıdır, öyleyse yapılacak şey, her zaman güçlü olmaya bakmaktır.” 2 şeklindedir.

Rousseau ileriki yıllarda politika ve düşünce çevreleriyle tanışmıştır. Dijon Akademisi’nin düzenlediği, ‘Sanat ve bilimlerdeki gelişmeler ahlâkî değerlerin saflaşmasına mı yoksa bozulmasına mı yol açmıştır?’ konulu bir yarışma için yazdığı Sanatlar ve Bilimler Üzerine Konuşmalar (Discours sur les sciences et les arts) başlıklı denemesinin birinci olması ile adını fikir çevrelerinde duyurmuştur. Rousseau’nun medeniyet tarihçileri tarafından dikkate alınması, geliştirdiği ‘soylu-masum vahşi’ yaklaşımı sebebiyle olmuştur.

Bu yaklaşıma göre hakiki fazilete sahip olan yegâne insan, medeniyet dairesi içine girmemiş olan iptidaî vahşi insandır. Aynı iddiaya göre toprağın işlenmesi ve metallerin hayata girmesiyle beraber insanlığın hayatına iş bölümü ve mülkiyet duygusu girmiş; buna paralel olarak, toplumlar gittikçe insanlığını yitirdiği bir vetireye mahkûm olmuştur; bu mahkûmiyetten kurtuluş da görünmemektedir. İnsanlar zengin-fakir diye ayrılmışlar, içtimaî hayatla gelen kanunlar da bu ayrılığı iyice sağlamlaştırmıştır. Bu gidişle varılacak nihai nokta, ancak ve ancak bir despotizmdir. 3

Bu iddialarla birlikte sosyolojide ‘kültür-tabiat tezadı’ şeklinde bir mefhum ortaya çıkmıştır. Buna göre insan tabiattan uzaklaşıp toplum hâlinde yaşamanın bir semeresi olan kültürün tesir sahasına girdikçe aslî/fıtrî vasıflarını yitirmiş ve yitirmektedir. Bu tezlerini seslendirdiği kitabını kendisine gönderdiği için Rousseau’ya teşekkür eden Voltaire’in 30 Ağustos 1755 tarihli ünlü mektubundaki ifadeler insana atfedilen değer açısından ne kadar mânidardır: “Bizi yeniden hayvan yapmayı istemek için bunca zekâ şimdiye kadar hiç kullanılmamıştı; eserinizi okuyup bitirince insanın içinden dört ayak üzerinde yürümek isteği geliyor.” 4

Ona atfedilen, Fransız İhtilâli’nin ve daha sonra Küba Komünist İhtilâli’nin fikrî alt yapısının temel sloganı olan ‘Liberté, Égalité, Fraternité’ (Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik) hayali de, tesiri günümüze kadar uzanan içi kof sloganlardan biri olarak tarihe geçmiştir. Zîrâ kendisi toplu hâlde yaşamanın merkezine çıkar ve menfaat duygusunu yerleştirmektedir: “Bütün çıkarların anlaştığı bazı noktalar olmasaydı, hiçbir toplum var olmazdı. İşte toplum bu ortak çıkar açısından yönetilmelidir.” 5

Rousseau sözünü ettiği ‘soylu vahşi’nin tabiatın elinden çıkmış olması gerektiğini düşünerek, insanı, kimi hayvanlardan daha zayıf, kimi hayvanlardan daha az çevik, ama bir bütün olarak alındığında, yapısı hepsinden daha uygun ve elverişli bir hayvan olarak6 görmektedir. Bu yaklaşıma paralel olarak, Rousseau insanın dünyaya gelmesinde İlâhî İrade’nin tasarrufunu hiçe sayarak neredeyse ateizme varan bir çizgiye ulaşmaktadır: “Her insan hür ve kendi kendisinin efendisi olarak dünyaya geldiği için, her ne bahane olursa olsun, hiç kimse onu isteği dışında buyruk altına alamaz.” 7

Öte yandan, insanın kültürle ve topluluk hâlinde yaşamayla birlikte faziletlerini yitirmesi meselesi de hayli su götürür bir yaklaşımdır. Zîrâ ‘bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için’8 ve ‘ancak ve ancak Yaratan’ına kulluk etsin’9 diye gönderilmiş olan insan, daha dünyaya geldiği ilk anlardan itibaren bir anne-babanın ilgi ve şefkatine muhtaç yaratılmıştır. Ki bu durum onun zaten bütün ömrünü şu veya bu şekilde diğer insanlarla birlikte geçireceğinin Öteler Ötesi’nde takdir edildiğinin en önemli işaretidir.

Diğer bir ifadeyle, insan zaten tabiatı itibariyle topluluk hâlinde ömür sürmeye muhtaç ve memur olarak dünyaya gönderilmektedir. İnsanın bir topluluk içinde ömür sürmesini elzem kılan diğer önemli unsur ise, onun fıtratına dercedilmiş olan Rabbanî lâtifelerin ve Esma cilvesinin tecelli edeceği yegâne mevkiin içtimaî hayat olmasıdır. İnsanın fıtratına yerleştirilmiş cömertlik, merhamet, şefkat, yardımlaşma; kudsî bir dava etrafında bir araya gelerek işbirliğine gitme gibi vasıfların hayat bulması ancak topluluk hâlinde yaşamaya bağlıdır. Bu sebepledir ki, Efendiler Efendisi’nin (sas) mübarek varlığıyla bizlere ulaştırılan Vahy-i Kudsî, Rıza-i İlâhî’ye vasıl olabilme cehdinde ‘Halk içinde Hak’la’ olabilmeyi nazara vermektedir.

Öyle anlaşılıyor ki, Rousseau da, muasırları ve sonradan gelen benzerleri -Hume, Voltaire, Nietzche, Darwin, Marx, Freud, Camus- gibi, Hristiyanlığın iflâsının ilân edildiği ve hararetle yerine ne konulacağının araştırıldığı 18. ve 19.yüzyıllarda heyecan ve hislerin ön plânda olduğu görüşler serdetmiştir. Rousseau’nun İçtimaî Mukavele (Social Contract) isimli kitabında Hristiyanlığa getirdiği tarif ve atfettiği vasıflar dönemin din anlayışını özetler gibidir: “İsa bu şartlar altında gelip yeryüzünde din krallığını kurdu.

Bu, din sistemini politik sistemden ayırarak devleti tek güç olmaktan çıkardı. Ve Hristiyan milletleri durmadan alt-üst eden iç bölünmelere yol açtı.” 10 “Hristiyanlık bütünüyle ruhanî bir dindir, öbür dünya işleriyle uğraşır; Hristiyan’ın yurdu bu dünyada değildir. Gerçi ödevini yapar, ama gösterdiği özenin başarısına veya başarısızlığına hiç mi hiç bakmadan yapar onu.” 11

Diğerleri gibi Rousseau’nun fikirlerine de, içinde neşet ettiği dönemin hercümerci içinde belli bir değer atfedilmiştir. Sonradan gelenler, başkalarına yaptıkları gibi Rousseau’nun fikirlerini de allayıp pullayarak kendilerince kullanacakları şekil ve terkiplerde her dönemde yeniden sunmuş ve sunmaktadır. Rousseau, içinde neşet ettiği zaman ve topluluğa bir isyan haykırışı olması itibariyle ibret alınacak tarihî bir figürden öte bir şey değildir.

Gelmiş-geçmiş binlerce insandan biri olarak, insana ve birlikte yaşamaya dair bir şeyler söylerken, vahyin ‘insanı ve kâinatı anlatma’ adına beyan ettiklerini görememesi sebebiyle -insanları aydınlatmak şöyle dursun- isyana, ateizme ve nihilizme sürüklediği yüz milyonların vebaliyle bu dünya misafirhanesinden göçüp gitmiştir.

Dipnotlar

1. http://www.kirjasto.sci.fi/rousse.htm

2. J.J.Rousseau, Toplum Sözleşmesi, çev. Vedat Günyol, Adam Yay., 1994, İst., s. 17.

3. Aynı yer.

4. Rousseau, J.J., İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, çev. Rasih Nuri İleri, Say yay., İst., 1995, s. 39.

5. Toplum Sözleşmesi, s. 35

6. İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı s. 82.

7. Toplum Sözleşmesi s. 122

8. Risale-i Nur Külliyatı, 23. Söz, Dördüncü Nokta.

9. Zariyat Sûresi, 56.

10. Toplum Sözleşmesi s. 149

11. Toplum Sözleşmesi s. 154

 http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/tezatlariyla-rousseau.html     internet sayfasından alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder